Saturday, March 7, 2009

"Let the pictures do talking."

Bu yazıya başlamadan önce "Farkına Var(ma)mak" yazısını okuduğunuzdan emin olun.


Bir fotoğrafla başlıyoruz bugün. Bu fotoğrafı ilk kez annemin muayenehanesinde görmüştüm. Altında kısacık açıklamasıyla… Mart 1993, Sudan… Ufak bir kız var fotoğrafta. Arkasında bir akbaba bekliyor. Ölü değil kız. Akbaba ölmesini bekliyor. Sürünmekten yorulmuş kız. Bir kilometre kadar yolu kalmış. Birleşmiş Milletler’in aşevinin bulunduğu kampa gidiyor.

1994 Pulitzer ödülünü alan fotoğrafın arkasındaki isim “Kevin Carter”. 20 dakika bekliyor fotoğrafı çekmek için. Akbabanın kanatlanmasını umuyor. Akbabanın tüyü kıpırdamıyor. Sonra fotoğrafı çekiyor, akbabayı kovalıyor.

23 Mart 1993’te ilk kez The New York Times’ta yayınlanıyor fotoğraf. Telefonlar yağmaya başlıyor editöre. Herkesin aklında tek bir soru: “Küçük kız iyi mi?” Bilmiyor editör. Yanıt veremiyor. Kevin’a soruyor. Kevin da bilmiyor. Fotoğrafı çektiği bölgede salgın hastalık varmış. Bütün fotoğrafçıları uyarmışlar, sakın yaklaşmayın diye.

Fotoğraf beraberinde fotojurnalizm hakkında etik tartışmalarını getiriyor. St.Petersburg (Florida) Times’ın sayfalarına mürekkep şu izleri bırakıyor:

"The man adjusting his lens to take just the right frame of her suffering might just as well be a predator, another vulture on the scene."

Aynı soruları Kevin Carter da kendine sormuş besbelli. Pek dayanamıyor yaşadıklarına. O fotoğrafı çekip arkasını döndüğünden beri… Ödülü aldıktan birkaç gün sonra en yakın arkadaşı Ken Oosterbroek öldürülüyor. O da fotojurnalistlik yapıyordu. Arabasına atlıyor Kevin. Çocukken oyun oynamayı en sevdiği parka gidiyor. Üzerinde bir kot, bir t-shirt. Walkman’ini kulağına takıyor. Karbon Monoksit zehirlenmesi… İntihar ediyor Kevin. Bedenini aldıklarında yanında ufak bir not buluyorlar:

"I am depressed ... without phone ... money for rent ... money for child support ... money for debts ... money!!! ... I am haunted by the vivid memories of killings and corpses and anger and pain ... of starving or wounded children, of trigger-happy madmen, often police, of killer executioners...I have gone to join Ken if I am that lucky."


Kevin’ın ölümü çok ses getiriyor. 1996’da Manic Street Preachers, Kevin Carter adında bir şarkı besteliyor:

“Hi Time magazine hi Pulitzer Prize
Tribal scars in Technicolor
Bang bang club AK 47
hour

Kevin Carter

Hi Time magazine hi Pulitzer Prize
Vulture stalked white piped lie forever
Wasted your life in black and white

Kevin Carter

The elephant is so ugly he sleeps his head
Machetes his bed Kevin Carter kaffir lover forever
Click click click click click
Click himself under

Kevin Carter”

Aynı yıl, Kevin Carter isimli bir balad Martin ve Jessica Ruby Simpson’ın albümüne giriyor. Heavy Metal grubu Savatage ise Poets and Madmen albümlerinde Kevin’ın mirasını işliyorlar. Mark Danielewski’nin House of Leaves adlı romanında Kevin’a çok benzeyen bir karakter yer alıyor. 2004’te Masha Hamilton, The Distance Between Us adlı romanını Kevin Carter’a ithaf ediyor:

“Kevin Carter and journalists everywhere who put their bodies and their souls on the line to cover war."

2004’te bir de belgesel film geliyor: The Life and Death of Kevin Carter. Yönetmen Dan Krauss
http://www.kevincarterfilm.com/

2008 yılında ise Alfredo Jaar, The Sound of Silence isimli bir video yayınlıyor. Serginin adı Politics of Image.

Bu kadar söyleceklerim. Ne demeli şimdi başlığa. Bir kızın öyküsü vardı. Bir fotoğrafın öyküsüne dönüştü. Sonra fotoğrafçının öyküsü geldi. Ölümünün ardından yepyeni hikayeler eklendi. Çok öykü vardı bu öyküde. Bazıları Kevin Carter dedi adına. Bazıları Kevin’ın yaşamı, bazıları Kevin’ın ölümü… Bazıları The Distance Between Us diyerek anlatmaya çalıştı olanları. Bazıları dile getiremedi olanların adını. The Sound of Silence oldu konuşan.

Hani Kevin’ın notunun sonunda bir isim vardı. Ken… En iyi arkadaşı… Ken bir şey demişti önceden: “Let the pictures do talking.” Belki de fotoğrafın kendisiydi bize hepsini anlatan.

4 comments:

  1. Böyle yazılarından sonra diyeceğim "Let Arda do blogging" olur..

    ReplyDelete
  2. benim de böyle yorumlardan sonra "let the anonymous do being a non-anonymous member" olur =)

    ReplyDelete
  3. Arda,let me be your secret fan. :)

    ReplyDelete
  4. yakında hayali arkadaşlarım olduğunu düşünmeye başlıcam =)

    ReplyDelete

Bence