Sunday, June 7, 2009

In This Funny Little World

Bitti. Tek kelimeye çok anlam yükleriz ya bazen. Bitti işte. Erasmus günleri sona erdi. Arkadaşlarla  vedalaştık. Herkes "uzaklara" döndü...

İsveç'e geldiğim ilk aylarda ödül alan bir konsept otelinin İsveçli mimarının röportajını izlemiştim. "At the end of the day, when you look at the table, it's not a table for me, it's a story." diyordu. Bazı anlar göründüğünden çok şey ifade ediyor. Bazı anlara çok anlam yükleriz bazen.

İsveç'e gelirken kendime şart koşmuştum. Türklerle haşır neşir olmayacağım demiştim. Zaten Türkiye'de bol bol var onlardan. Amaç yeni kültürler tanımak değil mi? Kendime verdiğim sözü tutabildiğim için gururluyum.

En güzel günlerimi geçirdim burada hayatımın. Ne kadar da ihtiyacım varmış her şeyden uzaklaşmaya. Yeniden doğdum derler ya... Arda bebek yeniden doğdu. Birkaç kez hüzünlenip hüngür hüngür ağlasam da huzuru tekrar buldum burada. 2005'ten beri kaybettiğim yaşam sevincimi... Alt üst olan hayatımı toparladım. Yeni hayatımın emekleme devresindeyim...

Güldük eğledik, yedik içtik sıçtık. Yaşanılanlar ve tırnak içindeki "arkadaşlar", muhtemelen bir daha dönmemek üzere denize açıldılar. Baki kalan tırnak dışına taşabilen arkadaşlıklar. İşte Erasmus'un bana kazandırdığı bir numaralı şeyler onlar.

Haftasonu Antoine'ın arabasıyla soluğu Oslo da aldık. Antoine önceki akşamdan kesin 8.30'da çıkmamız gerek diye tutturmuştu. Anlam veremedim ama peki dedim. Yol üzerinde ne idiğü belirsiz bir kente uğradık. Adını bile hatırlamıyorum. Efe'ye sorduğumda Türkçe'sini bile bilmediği bir coğrafi yapı olduğunu söylemişti. Arabayı parkettik. Çok kalabalık. Herhalde çok ünlü bir yer diye düşündüm. İçeri girdik. Etrafta bir sürü çocuk. Çocuklar için bir iklim festivali varmış. Standları dolaştık. Sonra kenarda kurulan kocaman sahneye doğru ilerledik. Barış bana etrafta "Reebok posterleri" var dedi. Sahnedeki iki sunucu Norveççe hikayeleriyle çocukları eğlendiriyor. Arkasından Zimbambe'den ithal bi' enstrüman çalan bi' abla çıktı. Yanında akordeon. Akustik... Keyfime diyecek yok. Derken Antoine ile Efe gitgide kalabalığın önüne geçmeye çalıştılar. Derken bir şey oldu. Tanıdık bir melodi. Bu senenin Eurovision birincisi: Fairytale... Norveççe anons: "Veee karşınızda Alexander Rybak"

Sadece "whaaaaat" diye bağırabildim. Antoine yanağıma öğrettiğimiz gibi Türk tipi bi' öpücük kondurarak söyledi: "This was for you."

8.30'dan çıkmalar, coğrafi şekiller, Reebok posterleri... Her şey yerine oturdu. Son ana kadar hiç bir şey anlamamıştım. Her şey benim içindi. Hayatımın en güzel sürprizi için...

15 dk. sonra ben sırıta sırıta sahneye bakıp tırnak dışına taşmış arkadaşlarımın benim için yaptıklarını düşünürken Efe ağlayarak kafasını omzuma dayadı. Albümündeki tüm şarkılarını biliyorum Alexander'ın... Funny Little World şarkının adı.

"And I don't know for sure
Where this is going.
Still I hope for more, and more.
'Cause who would know that you
Would treat me like a boy,
And I treat you like a girl,
In this funny little world."



Arkadaşlarım mutsuzken ben de mutlu olamıyorum. Antoine ile Efe, diğer Erasmus insanlarından farklı olabildikleri için tırnak dışına taştılar. Efe, Türk olduğu için en iyi arkadaşım olmadı. Sadece en iyi arkadaşımın Türk olması raslantısal bir şanstı. İyi anlar kadar kötü anları da paylaştıkları için...

Bense benim için çırpınan arkadaşıma yardım edememenin huzursuzluğu içindeydim. Elimden gelen tek şey sarılıp sırtını sıvazlamaktı. Ne güzel şeyler paylaşıyoruz şu kısa hayatımızda. Sonra güzel şeyleri kötü şeyler yüzünden unutuyoruz. Birbirimizi sevmeye ne kadar çok ihtiyacımız var. Şu küçük komik dünyada...

Küçük komik dünyama renk katan arkadaşlarıma... Bir kez daha teşekkürler çocuklar.

No comments:

Post a Comment

Bence