Thursday, May 28, 2009
Wednesday, May 27, 2009
Time Challenges for Cross Cultural Teams
Bu başlıklar ilgilinizi çektiyse makaleyi ahan da bu adresten okuyabilirsiniz, hatta indirebilirsiniz. Tabii İngilizce biliyorsanız...
Dipnot: Bu grupla iki proje daha hazırlarsam şakır şakır Je parle Français diyim ben size... Fransızları seviyorum.
Tuesday, May 26, 2009
Sunday, May 24, 2009
Exchange İnsanları 3: How Much to Drink?
Arda: Then, you started to smoke as if there was no tomorrow?
Vladimir: Exactly!
Bizim bir mazimiz var: Exchange İnsanları 2: How to Stereotype?
Saturday, May 23, 2009
Şapka

Yıl 1974, Twickenham Stadium'unda İngiltere, Wales'e karşı rugby oynuyor. İlk yarının bitiminde Avusturalyalı bir finansçı çırıl çıplak sahaya fırlıyor. Ardından onlarca çıplağı sürükleyecek olan bu isim Michael O'brien.
Olayın ardından kabuğuna çekilmiş Michael. İlk röportajını 32 yıl sonra Avusturalya'da Channel 7'de veriyor. "Where are they now?" isimli programda bu fenomenin başlangıcını şu cümlelerle anlatıyor: "İtiraf etmem gerekirse, koca bir boşluk... Üstümü çıkarıp fırlattığım ve koltuğumda çırıl çıplak beklediğim o dakikadan itibaren her şey bir boşluktaydı. Devre düdüğünün çalıp oyuncuların sahayı terk etmesini bekliyordum."
Michael'ın ünlü olmak gibi bir amacı yoktu. Hiçbir şeyi protesto da etmiyordu. Tek amacı bir İngiliz taraftarla girdiği iddiayı kazanmaktı. Polisler onu yakalayıp bir fotoğrafçı o ünlü kareyi çektiğinde elleriyle polislere bunu anlatmaya çalışıyormuş Michael: "Şuradaki arkadaşlarla iddiaya girdik, çizgiye dokunmam lazım." Hoş, polisler de anlayış göstermişler. Polis memuru Bruce Perry'nin 426T numaralı şapkası Michael'in pipisini örtecek şekilde çizgiye yürümüşler. Bruce o anı şöyle anlatıyor: "O gün aşırı derece soğuk bir hava vardı, ve Michael'in övünecek hiçbir şeyi yoktu."
Arkasından karakola gitmişler. Michael, iddiadan kazandığı 25 pound'u savcıya ceza olarak ödemiş. Programın sunucusu Michael'a soruyor:
-Aynı şeyi yapmak isteyenlere tavsiyeniz var mı?
-Kesinlikle! Sakın yapmayın!Olayın ardından çok utandığını söyleyen rugby hayranı Michael'in yanına kar kalan tek bir şey var: Karakolda gerekli belgeleri doldurduktan sonra polislerin onu giydirip stadyumda oturduğu aynı koltuğa geri getirmesi. "Maçın hiçbir kısmını kaçırmadım, ... , döndüğümde oyuncular 2.yarı için sahaya çıkıyordu."
Thursday, May 21, 2009
Hayır, bu sefer Facebook'a o geleneksel siyah arkaplanlı yazımı koymıcam.
ve ben;
2 proje, 2 sunum ve 2 finalle, 2 haftalık final haftasına resmi olarak 2'lemekteyiz.
İsveç'te öğrenci sezonu açılmıştır. Kamuoyuna kederle duyurulur.
Wednesday, May 20, 2009
Exchange İnsanları 2: How to Stereotype?
14 minutes ago · Comment · Like
Marcelo Kenji Izukawa at 2:46am May 20
Japanese:"what is leisure time?"
Brazilian:"what is work?"
American:"what is cross cultural?"
Arda Sengel at 2:55am May 20
jajajaja =)
and Turkish: "What is perception?"
Write a comment...
Maziye bir bak: Exchange İnsanları 1: What is Racism?
Tuesday, May 19, 2009
Türkan Saylan anısına...

"Çünkü o namaz kılan değil, bale yapan insanlar görmek istiyordu."
Şaşırtıcı; ama ne kadar da doğru bir gözlem yapmışsın zavallı.
Çünkü biz namaz kılan değil, bale yapan insanlar görmeye hasretiz.
* "Çağdaş kadın, kendi kararlarını kendisi veren, mutlaka ekonomik bağımsızlığını kazanmış, yani kendi geçimini kendisi temin eden, evlenmeye veya ayrılmaya kendi özgür iradesiyle karar verebilen, kocası tarafından aşağılanmayan, dayak yemeyen, çocuklarının önünde küçük düşürülmeyen kadındır." T.Saylan
Monday, May 18, 2009
Kafdağı'nın Ardına Yolculuk

International Management seminerlerinin ikinci konuğu Çin'dendi. Çin, uzun süre batıdan gelen akınlarla acı çekmiş. Düşmanların hepsi batı yönünden gelirmiş. Öylesine yüreklerine işlemiş ki bu, batıyı sevemez olmuşlar. Batı onlara ölüm getirmiş. Ölenlerin de batıya gittiğine inanmışlar.
Eski bir Çin imparatoru ülkenin kuzeyine bir saray inşa etmiş. Kapısı da güneye bakarmış. Hikaye bu ya, Çinliler eve gelen konuklarını duydukları saygıdan sofranın kuzeyine oturturlarmış. Yüzleri de güneye dönük olurmuş. Sofranın batı yakası hep boşmuş.
Çinde bir restorana giderseniz, diyor Çinli misafirimiz, masaların batısına oturmayın. Size bir de ipucu, genellikle odaların batısındaki kapılar kilitli tutuluyor.
Hoşuma gitti bu hikaye. Bilmediğim yerler, bilmediğim yemekler, bilmediğim insanlar... Sanki bir an çocukluğuma döndüm. Birkaç dakika sonra önümde bir kitap duruyordu: Kafdağı'nın Ardına Yolculuk. Ağzımdan üç kelime döküldü: Teşekkür ederim öğretmenim.
Saturday, May 16, 2009
Ola ki bir gün yolumuz Hindistan'a düşer...

Bharat'ın çoğu vejeteryanmış. Mc'de de bu yüzden et satılmazmış. Halk arasında, son yıllarda tavuk ve balık yenmeye başlanmış. Ama, tabii ki genç nüfus arasında... Ben sadece tavuk yiyorum, diyor Hintli kızmız ve ekliyor: Muhtemelen gelecek nesil büftek ve domuz da yer.
Bizim gibi etobur bir toplum için ne kadar "exotic" bir kültür değil mi? İşin felsefesini öğrenince bu exotic'lik perdesi aralanıyor. Felsefe ana bir temel üzerinde oturuyor: Wealth (Tam olarak Türkçe karşılığı yok. Zenginlik diye çevirelim bakalım. Ama, sadece maddi anlam yüklenmesin.)
Hindu din felsefesine göre inekler kutsaldır. Sadece ineklere değil, ağaçlara zarar vermek de çok kötü algılanıyor. Çünkü, inekler size sütüyle zenginlik sunuyor, ağaçlar da meyveleriyle.
Ev ziyaretlerine eli boş gitmemek lazım Bharat'ta. Eli boş gitmek kabalıktır. Çünkü, misafirin eve mutluluk ve zenginlik getirdiğine inanılır. Gittiğiniz evde ya da herhangi bir iş toplantısında aynı mantıkla size yiyecek ve içecek ikram edilecektir. Bitirmeseniz bile tadına bakın. İş toplantıları, karşı tarafla zenginlik yaratma süreci için bir başlangıç anlaşmasıdır. Sizin sunduğunuz zenginliğe burun kıvıran insanla nasıl beraber zenginlik yaratabilirsiniz ki?

Ola ki bir gün yolumuz Hindistan'a düşer... Umarım çok iyi bir zamanda, mutluluk ve zenginlik götürürüz, hoşgörü ve sevgimizin yanında.
Friday, May 15, 2009
Korsancılık
Last.fm'de dünyada en çok dinlenen sanatçılara baktığımızda en başı an itibariyle 2,103,285 dinleyicisi ve 165,767,815 dinlenme sayısıyla Radiohead grubu çekiyor. İkinci sıranın sahibi Coldplay.
Coldplay bu sabah konser kaydı yeni albümünü çıkardı. Ama, piyasaya sürmedi. Onun yerine piyasayı uzaklara sürmeyi tercih etti. Ne mi diyorum? Olay şu: Albüm bu linkten yasal olarak beleş download ediliyor. Sabah yüklemeye başladım; fakat tamamlayamadım. Şu anda bu link dahil olmak üzere Coldplay'in official sitesine bile zor ulaşılıyor. Biraz beklememiz lazım sanırım.

Coldplay'in bu klas hareketi, "korsan da korsan" diye Çağan Irmak'ın Babam ve Oğlum filmindeki babanın "Benim yüzümdeeeeeöööönnn!" şeklindeki can hıraş bağrışı gibi cırlayan sanatçılara kapak olsun.
Sanatın satılması her zaman bana sanatın soğuk yüzü olarak geldi. Sanki sanat sadece beğeni kazanmak ve ego tatmini için yapılmalı. Alkışlar, hayranlık dolu sözler en büyük hediye olmalı. Bu noktada ikilem geliyor: Tabii ki sanatçının da para kazanması lazım. Peki sanatçılar albüm satışlarından mı para kazanıyorlar? Eğer öyleyse durum vahim; çünkü kimin albümünün ne kadar satacağı belli olmuyor.
Gerçek sanatçıyla çakma sanatçı ayrımı albümün ötesinde ortaya çıkıyor. Şarkıcılar kazandıkları paraları performansları için kazanıyor. O zaman korsan diye bağırınmalarına gerek kalmıyor. İyi performansın varsa konserlerin boş geçmez. Sertab Erener'in açıkhava konserlerinin etkisini MP3'lere hapsedebilir misiniz? İşte bu yüzden Sertab'ı dinlemeye gidiyoruz.
Sanatçının core competence'ı (şahsına münasır sunum vaadi) kendisidir. MP3'ü kopyalayabilirsin. Performansı kopyalayamazsın. Performansına güveniyorsan da kendi kendinin korsanını yaratman en tatlı çözümdür. Alkışlar Coldplay'e...
Norveç'in Peri Masalı
Ama İsveçliler izleyecek. İsveçliler Eurovision'u sever temalı yazıma inanmadıysanız artık kanıtlarla konuşacağım. Sizce bu afiş Türkiye'de görülebilir bi' şey mi?:
Cumartesi finali seyretmeyeceğim için müstakbel birincimi şimdiden açıklıyorum. Bu sene (umarım) Norveç kazanacak. Sahnede Alexander Rybak var. Şarkısının adı Fairytale. Peri masalı... Şarkı kemanla başlıyor. Kendinizi bir anda "Lord of the Dance" dansçılarıyla İrlanda'da gibi hissediyorsunuz. Hem de kemanın şarkının ikinci bölümünde kopan yayına rağmen =)
Belarus asıllı Alexander 5 yaşındayken piano ve keman çalmaya başlamış. Eurovision şarkısı sözüyle müziğiyle kendisinin. Sahne şovu etkileyici.Demek ki neymiş? Kaliteli sahne şovu için sempatiklik, güzel ses ve beste, içine işlemiş müzisyenlik ve azıcık oyunculuk kafiymiş. Paçoz dansöz kıyafetiyle kolundan tutulup sahneye fırlatılmış gibi durmaya gerek yokmuş. Gururla paylaşırım:
Son olarak da yarı finalden elenen diğer favori şarkım olan Coldplay tadındaki alt+rock İsviçre'yi öneririm: Lovebugs - The Highest Heights
Monday, May 11, 2009
Yeni başlayanlar için Eurovision

2001'den beri ilk kez bu sene slogan yok. Ama anka kuşumuz var. Fantasy bird...

Yarın akşam Eurovision'un ilk yarı finali var. Perşembe ikinci yarı final. Cumartesi büyük mutluluk... Haydi size introduction yapıcam: Eurovision, "yuroviijın" diye okunur İngilizce. Fransızlar, "lörövisyon" diye okur. Almanlara göre ise "eyröviijın" idir. Türkiye'de en çok bilinen yabancı dil İngilizce olduğuna göre "yurovizyon" diye okumamız makbüldür.

Bana başka okuma şekilleriyle gelen kişiyi, o anlamasa bile, sohbet sırasındaki bir sonraki cümlemde üstüne basa basa yurovizyon dememle kınar ve ezerim. Hatasını suratına tokat gibi çarparım. Akıllı olun, adamın asabını bozmayın. Falan fişmekan...


Eurovision'u bana sevdiren şeylerden biri her sene yeni logo tasarlanması. 2004 Istanbul'dan beri ana logo değişmiyor. Her sene evsahibi ülke yeni tema tasarlıyor.

Siz şimdi en sevdiğim yurovizyon logolarına en yeniden en eskiye doğru göz atarken, ben de bir kenardan yurovizyon geçmişimi anlatacağım.







Buraya kadar her şey normal. Olay 2005'te koptu. Gülşah Abla'mın erkek arkadaşı aile ile tanışmak için yemeğe geliyor. Ve muhteşem raslantı: Eurovision gecesi seçilmiş. Hem de sonradan en favori yılım olarak adlandıracağım 2005 Eurovision.

Tanışma yemeğine gelen erkek arkadaş şu an kuzenimin kocası. Ve benim hakkımdaki ilk izlenimi: Eurovision sapığı... Di mi Özgür Abi?

Yıl 2006... Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları ile Eskişehir'de Bahar Noktası oyununun turnesindeyiz. Eurovision izlemek için çözüm: Eskişehir'de Ali'yi yanıma alıp soluğu okey dönen bi' kahvehanede aldım. Amcamdan rica ettim. TRT'yi açtı. Mutlu mesut izledik. Oylamaları göremedim. Çünkü kahve kapandı.

Yıl 2007... Eurovision izlememi engellemeyen çalışan iç ve dış tehditler cirit atmaya devam ediyor. Bu sefer Boğaziçi Üniversitesi Yüzme Takımı ile İzmir'deyim. Üniversiteler arası yarışlar var.

Yarıfinali uçağa binmeden 5 saat önce evde izlemiştim. Final için İzmir Kordon'u seçtim. Tüm takım arkadaşlarımdan ayrılıp Mado'ya koştum. Rica ettim. TRT açıldı.

Takvimler 2008'i gösterirken 10 yıldır saat gibi çalışan televizyonum kelek yaptı. Hem de Eurovision'a bir hafta kala. Cevabını tamir görerek aldı.

Veee son olarak 2009. Arda İsveç'te. Her zamanki gibi televizyondan uzakta. Yarın akşam Eurovision'u Efelerin evinde izleyecek. TRT yerine SVT olacak yayıncı. İsveççe yorumlarla.
- Klasik Türk İnsanı: Eheheue Arda, kaçıncı oluruz?
- Arda (iç ses): O değil de... Bu sene logo nasıl tasarlandı acaba? Sahne tasarımı büyüleyici mi? Işık sistemini iyi kurdular mı? Acaba kaç farklı ülke bir arada? Sahne performansları nasıl olcacak? Orijinal koreografiler izleyecek miyiz? Hangi ülkeler jazz söyleyecek?
- Arda(dış ses): Haa? Bilmiyorum.
Sunday, May 10, 2009
Saturday, May 9, 2009
Benimle evlenir misin?
Ama öncesinde şunu söylemezsem içimde kalacak bölümü: Lan, götünüzden Türkiyat diye kelime uydurup derginin adı mı yaptınız? Bu ne be!
İşte Lütfi'ciğimin araştırmasının özeti:
EVLENME BİÇİMLERİ
1- Görücü usülü ile evlenme
2- Kız kaçırma
3- Başlık parası karşılığında evlenme
4- Oturak alma evlilik
5- Başörtüsü kaçırma yoluyla evlilik
6- Beşik kertme
7- Taygeldi
8- Kuma
9- Berdel
10- Kepir (yaban değişimi)
11- Ölen kardeşin karısıyla evlenme
12- Baldızla evlilik
13- İç güveyi
14- Yetim evliliği
15- Yakın akraba evliliği
16- Oldu bitti evlilik
17- Para karşılığı evlenme
18- Kan parası karşılığı evlenme
19- Öcalma karşılığı evlenme
20- Çok eşli evlilik
21- Anlaşmalı evlilik
22- Hileli evlilik
23- Raslantı evliliği
24- İlan yoluyla eş seçme
25- Tercihli evlilik
26- Yabancı ile evlilik
27- Farklı mezhep evliliği
28- Metres edinme
29- Muta evliliği
30- Dış güveyi evliliği
31- Dul evliliği
32- Tanışıp anlaşarak evlenme
33- Televizyon evliliği
Elimde görmüş olduğunuz link asıl habere gider.

Lütfi'ciğimin araştırması karşısında gözlerim doldu ve kendi çapımda katkıda bulunmak istedim:
ÖNERDİĞİM ALTERNATİF EVLENME BİÇİMLERİ
34- Gazozuna ilaç katma yoluyla evlenme
35- Tecavüzcüsüyle evlenme
35- Semra Hanıma'ın onayını alma yoluyla evlenme
36- Ya topçuya ya popçuya vararak evlenme
37- Hollanda'ya gitme yoluyla evlenme
38- Tek gecelik evlenme
39- Gönül bu ota da konar boka da yoluyla evlenme
40- Sibel Can diyetiyle zayıflayıp evlenme
41- Hülya Avşar taktiğiyle 30. kez evlenme
42- MIRC'de tanışıp evlenme
43- Gemide kaptana nikah kıydırarak evlenme
44- Ya benim olursun ya toprağın deme yoluyla evlenme
45- Ecel ayırsa bile mahşerde buluşuruz diyerek iki kişilik intihar yoluyla evlen(eme)me
46- Ben seni ne batakhanelerden kurtardım diyerek evlenme
47- 10.000 davetliyle Çırağan Sarayı'nda evlenme
48- Prezervatif kullanmama sonucu evlenme
49- Pınar Altuğ usülü sab-i sıbyanla evlenme
50- Mantık evliliği
51- Mantı evliliği
52- Pisi pisine evlenme
53- Zengin ve bir ayağı çukurda adama kancayı takma yoluyla evlenme
54- Öylesine evlenme
55- Bu odadan çıkınca önüme çıkan ilk insanla evleneceğim diyerek evlenme
56- Evlilik çağına gelip evlenme
57- Evlilik çağını geçip evde kalmış sıfatını edinip sonra evlenme
58- Bütün çağları geçip bir daha evlenme
59- Evlilikte keramet vardır diyip evlenme
60- Çöpçatanlık yoluyla evlenme
61- Eve kız atma yoluyla evlenme
62- Eve erkek alma yoluyla evlenme
63- Belediyenin toplu nikahıyla evlenme
64- Yıldırım nikahıyla evlenme
65- Memleketten düğüne 5 otobüs dolusu akraba getirterek evlenme
66- Takı törenindeki altınları almak için evlenme
67- Sevişerek evlenme
68- Daha iyisini mi bulacağım diyerek evlenme
69- Ruh ikizini bularak evlenme
70- 40 gün 40 gece dillere destan düğün yaparak evlenme
71- Şimdiki aklım olsa evlenir miydim demek için evlenme
72- Canına tak edip evlenme
Exchange İnsanları: What is racism?
Y: No.
X: Why don't you?
Y: Because I only like European girls.
X: You're too racist.
Friday, May 8, 2009
Sevmeye Vakit'siz Cümleler
Bilmeyenler için: Türkan Saylan, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği başkanı, aynı zamanda cumhuriyet mitinglerinin organizatörü. Okuyacağınız haber Vakit adlı gazeteden kesilmiş bir küpür.

Mağdem haberi yapan gazeteci fotoğraf kullanmış, ben de fotoğrafla cevap vereyim.

Bu kaplumbağa ters duruyor. Kim bilir belki de dünyanın ters döndüğüne inandırmıştır kendini.
Thursday, May 7, 2009
Tuesday, May 5, 2009
Ingen Reklam Tack!
Venezia: Bu görsel, Venedik’in en ünlü ulaşım aracı olup Büyük Kanal’dan geçen 1 numaralı Vaporetto’nun üstündeydi. Casino di Venezia, Venedik’teki tek kumarhane. Reklamdaki sloganların İtalyanca yerine İngilizce kullanımı hedef kitlenin turistler olduğunun açık kanıtı. Slogan seçimi iddialı. Kumar, genel olarak fiziki ihtiyaçlardan çok duysusal (heyecan) ihtiyacını karşıladığından dolayı bu çalışma da heyecan uyandırmaya yönelik hazırlanmış. Bu anlamda sub-slogan diye bileceğimiz “Keep playing.” kısmı gayet ölçülü ve tamamlayıcı bir kullanım olmuş. Sloganın ilgi çekici görselle desteklenmesi güzel. İlk bakışta, farklı heyecan duygularının hepsini teker teker algılama şansımız olmasa da bütünsel olarak amacına ulaşıyor. Arka fon olarak kırmızı kullanılması yerinde bir karar. Hem kırmızının altbeyindeki cognitive etkisinden, hem de Venedik’e özgü bir durumdan: Venedik pastel tonların hakim olduğu bir şehir olduğu için kırmızı gözlerden asla kaçmıyor. Amacı turistleri bir kereliğine mekana çekebilmek olan bu çalışmanın fışkıran heyecan ve merak öğeleriyle bunu başardığını düşünüyorum. Reklam hakkındaki tek eleştirim, uygulamasına gelecek. Vaporetto’nun camlarını kaplayan bu çalışma Vaporetto içinden şehrin yeteri kadar görünmesini engelleyerek küfür etmemize yol açıyor. Turistlerin büyük bir kısmının da bu Vaporetto’ya bindiğini düşünürsek, akılda istemeden de olsa markaya karşı negatif algı oluşturduğunu iddia edebilirim.
Praha: Nisan ayı içinde Avrupa’nın bulunduğum 9 şehrinde de çoğu reklam bolca cinsellik öğeleri içeriyordu. Özellikle Roma tren garını boydan boya kaplayan Emporio Armani görsellerinin yanından geçerken kendimi “seks gibi” demekten alıkoyamadım. Cinselliği salt ilgi çekme amaçlı niteliksiz kullanan bu reklamların yanısıra yerli yerinde nitelikli kullanıma da rastladım. İşte Prag’tan bir örnek:

Reklamın mesajı çok açık. Eğer ayda 490 Kč öderseniz solda görmüş olduğunu baklava baklava karın kaslarıyla sağda görmüş olduğunuz taş gibi kalçaların benzerlerine sahip olabilirsiniz. Reklam, fitness’ın terletici konseptine gönderme yapmadığı, bilakis imrendiren görselleriyle bunu düşünmemizi bile engellediği için benden artı not alıyor. Erkek görselindeki fiyat etiketi kordonu ise espirili bir seçim olmuş. Fiyat etiketlerinde barkotun büyütülerek kullanılması ürünü (kalça ve karın kası) standartlaştırarak –her ne kadar aktif algımızla farketmesek de- herkesin sahip olacağına dair gönderme yapıyor. Görseldeki ışık kullanımı ise erotizmi destekleyen bir seçim olmuş. Bal-dök-yala spor salonu fotoları göstermektense loş ışık kullanımıyla salonun kalitesini yansıtmak güzel bir seçim.
Vien: Hiç çekinmeden Avrupa’nın sanat başkenti diyebildiğim Viyena’dan billboard görseli yerine “word of mouth marketing” ve yılların getirisi olan bir “guerilla marketing” çalışması sayılabilecek bir “ayrıntı” ile karşınızdayım. Elinizde tuttuğunuz sırada enteLLektüel (bakınız entelektüel demiyorum, entellektüel diyorum!) açlığınızı tıka basa doyuran, soyluluğunuza asalet katan bu şey bir menü. Sacher-Torte ile dünyaca ünlü bu asırlık cafe, başarılı service marketing’ini bu güzel ayrıntılarla tamamlıyor. Bana da tebrik etmek ve tatlımı yemek düşüyor.
Budapest: İğrenç şehir Budapeşte’den gördüğüm an aklıma eski bir bilardo cafe afişini getiren yine hoş bir çalışma… Bilardo Cafe’nin farklı konsept geceleri için, bilardo toplarıyla konsepti anlatan çağrışım görselleri çıkarılmıştı. Neyse… Konuyu bulandırmayayım. Basit, yalın ve temiz bir iş. Cuma akşamları balık gecemiz. Friday = Fishday. Akla çabuk girer. Kolay kalır. Bir de haftanın beşinci günü. Yap elinle bir beşlik. Balığıda serçe parmağına tak. Büyük balık küçük balığı yutar ya… İşin ilginci beynimiz, balığı elle yediğimizden dolayı fotoğrafta el kullanımıyla gizli bir çağrışım yakalıyor. Balığın elimizi yemesi ise görsele kafa çevirtip bir daha baktıran yabancılaştırma öğesi olsa gerek…

Jönköping: Bu çalışmanın özgün yanı diğer sıkıcı ve tekdüze giyim firması görsellerinden ayrılması. Yine her zamanki gibi bir fotomodel ve kıyafet var. Sihirli dokunuş, dramaturji ve postürde. Çünkü, bu görsele yandaki fiyat yazısını görmesek asla giyim reklamı diyemeyiz. Brothers markasının yazı fontuyla, fotomodelin mimikleri ve duruşuyla her şey sanki bir dizi tanıtım afişini çağrıştırıyor. Postürdeki enerjik yapı ise baharın geldiğine dair altbeynimize mesaj yollamayı ihmal etmiyor. Atik, mücadeleye hazır ve kendinden emin bakışlarıyla reklam markanın genç işadamı hedef kitlesiyle cukkadanak birleşiyor.
Berlin: Veee geldik Berlin Duvarı’nı gezerken üşenmeyip yolun karşısına geçip fotoğrafını çektiğim afişlere. Afişin altında sayısız kurumun logosu var. Zaten Berlin Duvarı’na nazır billboard kiralamak için finansal verilerin muhteşem olması lazım. Reklam çok kışkırtıcı. Beyninizin homofobi kalkanını bir anda yerle bir ediyor. Tabii burada tam tersini de düşünmek lazım. Hiç çekinmeden bir öpüşme sahnesinin konulması insanların beyninde direkt olarak homofobi kalkanlarını kullandırarak mesajın algılanmasını en baştan etkileyebilir. Bu anlamda bu afiş Türkiye’de asla kullanılamayacak ve haber bültenlerinde kendine bol bol yer bulacak bir hale dönüşecektir. Almanya için durum ne bilmiyorum. Sosyokültürel araştırma yapmadan bir söz söylemem yanlış olur. Umarım istedikleri etkiyi alabilmişlerdir ve eşcinsel toplulukların normal hayat içinde “insanca” görünürlük kazanmalarına katkıları olmuştur.
Almanya’daki bu dikkat çekici sosyal sorumluluk görselinden sonra Berlin metrosunda bulduğum kalıcı duvar yazısı reklamını görmenizi istiyorum. Metronun içindeki reklam karelerinden birinin içinde yer alıyor bu yazı. Bu alan uzun süre reklamverenlere kiralanmamış/kiralanmayacak ve bu “soru”yu her sabah metroya binerken düşünmenize yol açacak. Görseli üzerine yorum yapmadan koyuyorum. Bu sefer sizin kendinizin düşünmesi gerekiyor:
Sunday, May 3, 2009
Çöpçü
“La Rivista di Venezia” adlı kültür-sanat dergisinden tüm bu bilgiler. Venedikliler Denis’e çöpçü demiyorlar aslında. Bu bizim tanımımız. Dergideki adları “ekoloji işçisi”… Sizce de güzel bir tanımlama değil mi?
Saat 8’den sonra da çalışmaya devam ediyor Denis. Ara sokakları arşınlayarak evlerin çöplerini topluyor. Denis’in kabataslak hesabına göre haftada 200 tona yakın kağıt-karton harcıyormuş Venedikliler. Buna şaşırmıyor değil her seferinde. Normalde Venedikliler çöplerini apartmanların kapı önlerine çıkarıyorlar. Fakat, çoğu apartmanda asansör yok. Yapılar eski. Yapılar gibi insanlar da eski. Yaşlı bir bayan bir iyilik istediğinde, diyor Denis, hayır demek zor.
Özel günlerde 300 ekoloji işçisinin, iş yükü de artıyormuş. Yılbaşlarında gece 2’de çalışmaya başlıyorlarmış. Denis’in dediğine bakılırsa eşiyle iki kadeh bile tokuşturamıyormuş. Bir de efsanevi bir olay var. 1989 Pink Floyd konseri… Konser sonrası meydandan tonlarca çöp toplamak zorunda kalmışlar. Eğer Pink Floyd bir daha Venedik’te konser verseydi, diyor Denis, konseri izledikten sonra bir hafta Pellestrina’dan çıkmazdım.
Her ekolojik işçinin kendine ait bir temizlik bölgesi var. Denis’inki çok özel… St.Marco meydanı eşiyle düğün fotoğraflarının çekildiği mekanmış. Belki de Denis’e işini en çok sevdiren kısım bu.
Venedik’te evlenen çiftler ve turistler! Çektiğiniz o unutulmaz güzellikte fotoğrafların filminde göremeyeceğiniz bir şey var. Denis, her gün makyaj yapıyor Venedik’e… Fotoğraflarınız güzel çıksın diye…
Teşekkürler Denis. 1 Mayıs’ın kutlu olsun.
Saturday, May 2, 2009
Sanırım kafayı mangal yapıp yiyorum!


"Şimdi bu iki fotoğrafın ne alakası var? Niye yan yanalar?" tepkinizi duyar gibiyim. Zaten siz sormasanız bile ben kendi kendime soruyorum.
"Gün gelecek blog'una İbo'nun fotosunu koyacaksın" deseydiniz "Hadi lan" derdim. Ama koydum sanırım.
Bugün balkonumu açtım. Ve... Bu bendeki aşk deilll canoo canooo, süüleee banaaa niireee gidem / Başımdaki sevdaaayıııı canooo canooo...
Tam gaipten İbo duyuyorum, kafayı yiyorum diye blog'a yazacaktım ki google'a uygun fotoğraf bulmak için "İbrahim Tatlıses İsveç" yazınca ikinci dumur kademesine erdim. İbo, eski bir jetini İsveç Kraliyet Ailesi'ne satmış.
Ben de kafayı yemekten vazgeçip kafayı mangal yapıp yemeğe karar verdim.