Monday, May 18, 2009

Kafdağı'nın Ardına Yolculuk

İlkokuldaydım. Kitap haftasıydı sanırım. İlkokul öğretmenim 40 kişilik sınıfta 40 öğrencinin herbirine kendi maaşından birer kitap almıştı. Derste teker teker dağıtmaya başladı. Birkaç dakika sonra önümde bir kitap duruyordu: Kafdağı'nın Ardına Yolculuk

Gülten Dayıoğlu'nun uzakdoğu notlarıyla başladı her şey aslında. Yıllar sonra Erasmus'a gitmemi sağlayacak ilk satırları okuyordum. Nasıl da hoşuma gitmişti o kitap. Bilmediğim yerler, bilmediğim yemekler, bilmediğim insanlar...

International Management seminerlerinin ikinci konuğu Çin'dendi. Çin, uzun süre batıdan gelen akınlarla acı çekmiş. Düşmanların hepsi batı yönünden gelirmiş. Öylesine yüreklerine işlemiş ki bu, batıyı sevemez olmuşlar. Batı onlara ölüm getirmiş. Ölenlerin de batıya gittiğine inanmışlar.

Eski bir Çin imparatoru ülkenin kuzeyine bir saray inşa etmiş. Kapısı da güneye bakarmış. Hikaye bu ya, Çinliler eve gelen konuklarını duydukları saygıdan sofranın kuzeyine oturturlarmış. Yüzleri de güneye dönük olurmuş. Sofranın batı yakası hep boşmuş.

Çinde bir restorana giderseniz, diyor Çinli misafirimiz, masaların batısına oturmayın. Size bir de ipucu, genellikle odaların batısındaki kapılar kilitli tutuluyor.

Hoşuma gitti bu hikaye. Bilmediğim yerler, bilmediğim yemekler, bilmediğim insanlar... Sanki bir an çocukluğuma döndüm. Birkaç dakika sonra önümde bir kitap duruyordu: Kafdağı'nın Ardına Yolculuk. Ağzımdan üç kelime döküldü: Teşekkür ederim öğretmenim.

No comments:

Post a Comment

Bence