Saturday, February 21, 2009

Dobra Dobra Polonya (bölüm 2: Varşova)

“Efenim bir burcu burcu Avrupa programıyla daha TRT ekranlarında karşınızdayız.” demek istiyorum açılışımda. Hatta yapmış bile oldum. (demek istemek, bkz. Aptalca Türkçe cümleler no.25)

Polonya’daydık geçen hafta. Lehler diyarı. Niye Leh dediğimizi bilmiyorum. Bizden başka diyen var mı onu da araştırmadım. Hazıra bekliyorum.

Yolculuğa Wizz air adlı pespembe ve mosmor renkli cicili bicili uçak şirketiyle başladık. Biletleri okuyan adamın “gulu gulu” demesiyle de pek bi’ keyiflendim.

İlk hedef Varşova. Varşova, Polonya’nın yeni başkenti. Ankara gibi. Nedir şimdi bu Ankara gibi olmak? Şöyledir: Bi’ kere öyle bol bol gezilecek görülecek yer yoktur. Bir iki önemli nokta vardır. Hızlıca görüp uzaklaşmak gerekir. Mesela elinde komocan bi’ haç tutan ve oraya nasıl koyduklarını hala anlamadığım bir amca heykeli vardır. O amcanın fotosunu çekenler kervanına katılmanız gerek. Yüz milyonuncu fotoğrafçıya da amcayı veriyorlarmış…




Ankara’lı olmanın ikinci getirisi memur zihniyeti ve suratsızlıktır. Tren istasyonundaki biletçi teyzenin bana “niiiee niiiieee tuuu zilotiii” diye çemkirmesini unutacak değilim. (Burada teyze, 25 lira çok fazla, 1 lira bozuğunuz çıkmaz mıydı demeye çalışıyor “kibarca”.)
Bir kale var Varşova'da. Önünde biri kara biri ak iki kadın. Turistleri karşılıyor kadınlar. Diyorlar ki: "Jesus loves and sees you know. He is everywhere. In the toilet, in..." Devamını dinlemedik. Ben sanırım böğürerek gülüyordum.


Varşova’nın en büyük binası komünizmin simgesi olan Stalin’s Weeding Cake. Bu bina o kadar sevilmiyor ki bütün uzun binalar onun etrafına yerleştirilmiş. Kapansın da görünmesin diye. Aklınıza geleni yaptık. Evet, binanın tepesine çıkıp şehre baktık. Burası için Varşova’nın en güzel manzarası deniliyormuş. Çünkü bir tek buradan binayı göremiyorsunuz.
Komünizmle tanışma maceramız Stalin ile sınırlı kalmadı. Elimizdeki öğrenciler ve genç turistler için hazırlanmış karikatürlü Varşova haritasından en ilginç noktaları gezmeye başladık. “Old Communist Restaurant” adlı yeri bulmaya çalıştık. Bir daha çalıştık. Bayağı yoğun çalıştık. Sonra fark ettik ki dakikalardır zaten önünden geçiyormuşuz. O, restoran olmasına ihtimal vermediğimiz izbe, ücra, ucubik yıkıntı aslında restoranmış. Capitalist tabakta sunulmuş bir communist restaurant beklerken, sunumun da communist yapıldığı bir yer çıktı karşımıza. Bana komünizm böyle anlatılmamıştı. Koşar adımlarla uzaklaştık. Zaten açlıktan ölüyorduk. Ya da soğuktan mı ölüyorduk? Kendimizi kapitalizmin şefkatli kucağına bıraktık. Kentucky amca doyur bizi!
Aynı harita’dan ertesi gün “milk bar” adlı mekanı seçtik. Güzel bir “fika” noktası olabileceğini düşündük. (fika, bkz. Cookie monster is swedish) İçeri girdiğimizde iliklerimize işleyen o muazzam yağ kokusu “emin misiniz?” diyordu bize. İçerde yaş ortalaması 50-60 arasındaydı. Hatta takma dişleriyle oynayan bir teyze bile gördüğümü iddia edebilirim. Bu beynimin bana koku yüzünden oynaığı bir oyun da olabilir. Mümkün. Milk Bar’ın literatürde Türkçe’ye şöyle çevrilmesini uygun bulduk: “Aş Evi


Harita şu an layık olduğu yerde: Çöplükte. Harita’dan kurtulunca soluğu Stalin’in pastasına bakan Hard Rock Cafe’nin de bulunduğu mimarlık harikası alışveriş merkezinde aldık. Burada da çok güzel bir Yunan yemeği yedim. Yemekten sonra Varşova’daki en efsanevi dakikalarımızı geçirdiğimiz buz pateni saati geldi çattı. Küçükken yaptığım roller-blade’in faydasını gördüğüm için tüm paten severlere teşekkür ederim.


Toplu taşıma da benden artı alanlar arasında. Efe’nin yazısından direkt aktarıyorum:
“Hayatınızda bir gün yolunuz ola ki Varşova'ya düşer ve toplu taşımaya para ödemeye kalkarsanız, sizin ne yaptığınızı hisseder, Varşovada biter ve bir sürü Leh'in arasında size şap diye bir tokat atarım. Asla bilet almayın. Hatta bilet almak için biletin tam karşılığı para uzattığınızda bile bazen kabül etmiyor şöforler. "Yok kardeşim diyor, bilet yok elimde." diyor. En sık bilet temin edinebilen yer olan otobüste satılacak tek bir bilet olmaması saçmalık. Bence Varşova Belediyesi burdan para kazanmayı haketmiyor. Gitsinler Milk Barlara yatırım yapsınlar.” (http://montingen.blogspot.com/)

Başka bir şey daha dikkatimizi çekti. İnsanlar yorgundu Varşova’da. Yüzler yorgundu. Gülmüyorlardı. Sokaklarda bizi saymazsak kahkahayla gülüp şakalaşan gençler de yoktu. Demir perde yeni aralanmış gibi. Sanki yılların hüznünü atamamışlar üzerinden. Bizle birlikte sanki tüm neşesini kaybedecekti. Tren garından Krakow’a giden gece çufçuf’una binerken bir cümle vardı dudaklarımızda: “Elveda Varşova, seni hep üzgün hatırlayacağız.”

No comments:

Post a Comment

Bence