Sunday, March 22, 2009

Dobra Dobra Polonya (bölüm 3: Kraków)

Krakow bir iki… Krakow bir iki… Kalkıyor… Accık gecikmeli de olsa Krakow yazıma başlıyorum. Ve böylece AuschwitzVarşova – Krakow’dan oluşan Dobra Dobra Polonya gezimin üçüncü ve son ayağını siz sayın okuyucularımla paylaşmanın ıbısı ve dıbısı içindeyim.

Varşova’da tren garındaki teyzenin bize nieeeey niieeey two zloty diye bağırmasıyla psikolojimizde oluşan derin yaraları kapamak üzere 6 saatlik bir tren yolculuğundan sonra Krakow’a vardık. Sabahın 6’sında yüzümüze yüzümüze çarpan ve İsveç’ten daha soğuk olan havaya rağmen 2007’de dünyanın en iyi genç hosteli seçilmiş olan Hostel Flamingo’yu aramaya başladık.Ama soğuktu. Soğuğu şöyle tarif edeyim: Şimdi bir park düşünün çember şeklinde. Bu parkın sağ çaprazına geçmeniz gerekiyor. Yani 90 derecelik bir yol yürüyeceksiniz. Efe’nin beyni soğuktan alternatifi seçti. Aynı noktaya 270 derece ile ulaştık. Tabii o sırada benim beynim haritayı algılayamayacak kadar donmuştu.



Hostele gelince ilk işimiz biraz daha uyumak oldu. Sonra yine bol reçel seçenekli güzel bir Polonya kahvaltısı… Arkasından hostele osursan duyacağın mesafede olan Old Town ya da Market Square’de aldık soluğu. Biraz güvercin kovaladım.

Biraz heykellerle oynadım.



Neyse. O arkadaki bina market oluyor. Avrupa’nın ilk kapalı çarşısıymış. İçerden Krakow’un simgesi olan Ejderha magnetlerinden satın alabilirsiniz.

Krakow güzel bir yer. Eminim baharda çok daha güzelleşiyordur. Neredeyse her sokağında görülmeye değer binalar var. Çünkü Krakow İstanbul gibi. Polonya’nın eski başkenti. Hani Varşova fotolarımda elinde haç tutuan bi amca vardı. Böyle upuzun bir direğin üstünde duruyordu. Biz de 1milyonuncu foto çekenler ödülünü almıştık. Hah, işte o amca taşımış başkenti Krakow’dan Varşova’ya. (Ben onun ağzını yüzünü…)


Krakow’un en güzel yeri bir müzenin içinden giriş yaptığınız U Babci Maliny adlı restorandır. Burda geleneksel Leh yemeklerini yemezseniz Polonya’yı gezmiş olmazsınız. (ki biz 3 kere gittik…) Gulash çorbası var. Ekmek içinde servis ediliyor. Mmmm… Süper domuz kaburgaları ve etleri var. Portakallı olarak servis ediyorlar. Portakalın etle bu kadar güzel gidebileceğini hiç düşünmezdim. Lahana salataları var. Mmmm… Bu noktada Pelin’in annesinin bir bilmecesi vardı. Cevabı “Polonya’da et kuyruğu.”. Ama Pelin bir türlü sorusunu hatırlayamadı. Traditional Polish Souce var. Kesinlikle tatmalısınız. Bir de horse rubbish souce diye bir şey var. Eğer yazın kamyonetlerden etrafa sıkılan sinek öldürücü gazların kokusunu seviyorsanız bu sosu afiyetle yersiniz. Ama biz döktük. Ve Polonya’nın yıldızı: Pierogi. Mantı hamuruyla hazırlanıyor. Mantıdan daha büyük. İçine lahana, et ya da peynir konuluyor. Haşlanarak ve tavada kızartılarak servis yapılabiliyor. Her çeşidini denedik. Sadece peynirli bulamadık. İçimizde kaldı. Bir ara onu bulmam lazım.

İlk gece Irish Pub bulduk bir tane. Oraya gittik. Leh birası Żywiec’i burada denedik. Her şey çok ucuz Polonya’da. Özellikle içkiler. İsveç’te tek biraya verdiğim ücretle Polonya’da masadan kalktım. St.Valentine’s day Krakow günlerimize denk geliyordu. Ben 20 senelik geleneğimi bozmadım. Ve her zamanki gibi sevgililer gününü sevgilisiz olarak geçirdim. Faytonları izledim. Krakow’daki tüm jazz barlarına sırayla girip çıktım. Hatta bir tanesinde kocaman bir saksafon çalan takım elbiseli adam heykeli vardı.Orda o akşam konser vardı. Çok kalabalıktı. 3 kişilik yer bulamadık. Ben pek iyi hissetmem sevgililer gününde. Ama sanırım Efe’yle Pelin daha buruk hissettiler. Yazık yavrucakların sevgilileri çok uzaklarda.


Jazz barda masa bulamayınca Krakow’un en gözde barı olan Prozac’a gittik. Çok güzel bir iç mekan tasarımı yapılmış. Her köşe birbirinden farklı bir tarzda dekore edilmiş. Ama hepsi birbiriyle uyum içinde. Prozac’ta da Leh vodkası denedik. Honey Vodka Shot… Yine sudan ucuz… Şu masayı da eve götürmek istiyorum:


Dönüşü, "hüüç" diye okunan Łódź diye yazılan şehirden yapacaktık. Yine bir tren yolculuğu ve yine tren biletlerini satan altın kızlar… Efe’yle ben biletleri aldık. Kadından Pelin için bir tane daha istiyoruz. Anlamamakta ısrar etti. Sonra sanırım vahiy yoluyla 3 kişi olduğumuzu ve sadece 2 bilet olduğunu anladı. (God bless you, the jesus in the toilet.) Tren yolculuğu çok çok çok eğlenceli geçti. Normal kompartmandan yer bulamadığımız için bar kompartmanında seyahat ettik. Pelin her zamanki gibi yolculuğu uyuyarak geçirdi. Bu sefer tek farkı bar taburelerinin üstünde uyumasıydı. (bkz. Ölseydim de kızımın bar taburelerinde uyuduğunu görmeseydim.) Bardaki yarmagül teyzeden devamlı çay kahve aldık bizi kovmasınlar diye… Pelin uyurken türlü türlü manyaklıklar yapıp videoya kaydettik. Sanırım en son kafasından aşağı kapakla su döküyorduk. Bir de “otobüstekilerden kim gebersin” adlı oyunu oynadık. Apartman teyzesi, kürt, abaza, death metalci gençlik, mal leh, isveçli kız ve muavinden oluşan pembe dizi tadında komedya…


Derken Łódź’taki yarım saatlik ultra hızlı şehir turuna başladık. Pop-up heykeller var sokaklarda. Görmek için dikkatli olmalısınız. Yoksa çok güzel şeyler kaçırabilirsiniz. Son kez pierogilerin her çeşidinden ısmarlayıp yedikten sonra havalimanına doğru yola çıktı. Yolluk olarak Leh Fika’sı yapmaya karar verdik ve Pelin’le girdiğimiz pastaneden ne bulursak aldık.
Tanıştırayım bu Roman Polanski. Soyadından da anlaşılabileceği gibi Polonyalı. Yönetmenlikle uğraşıyor. Diğer bir deyişle "Piyanist" filminin rejisörü. Döndükten sonra Leh arkadaşımdan duydum: Bu zat-ı muhterem hakkında Amerika'da tutuklama kararı varmış. Sanatçımız güzel film çektiği kadar da tecavüz ediyormuş. (Bertolt Brecht ne derdi acaba duruma?)
Havalimanı bir evin oturma odası kadar. Zaten gün boyu sadece 2 uçuş varmış: Stockholm ve Paris. Sanırım bu yüzden yarım saat erken havalanmaya karar verdiler. (İndikten sonra herkesin alkışlaması ve Ryan Air hopörlörlerinden bangır bangır gelen olala yine tam zamanında indik, kahretsin muhteşem bir şirketiz, hohooo anonsu) Bir de o kalkışta Ryan Air pilotunun akrobatik denemesi olmasaydı daha bir huzurlu olabilirdi. Gerçi bu açıklarını komik hostlarıyla telafi ettiler. Hhahah bir insan yaptığı işle anca bu kadar dalga geçebilir.
Stockholm Skavsta havalimanına indiğimizde huzur dolduk. Ne güzel herkes İngilizce konuşuyor. Polonya’da sadece Łódź’taki tıp öğrencisi ufaklık bizle İngilizce konuşmuştu. Sanırım favori Leh’imiz o oldu. İki numarada da Krakow'da alışveriş merkezinde Tribeca adlı yerde kahve içerken bir Leh aile babasının Pelin'in suyunu ısmarlaması olarak sayabiliriz.
Skavsta havalimanında, Arlanda havalimanındaki Welcome to my hometown panolarından yok.Ama en azından biz içimizden hometown’a döndüğümüzü hissediyorduk.

Aaa bu arada. Gezimizin son puzzle parçası yerine oturdu. Pelin kritik soruyu bir ay sonra hatırladı: “2km. uzunluğunda kıvrılarak ilerleyen ve sadece lahanayla beslenen şey nedir?”

7 comments:

  1. Arda, elin sarılıydı fotoğrafta. Noldu eline? Üzüldüm bak şimdi..Dikkat et kendine, sağlam dön Türkiye'ye. Gerçi ben seni kırık elinle, yarık kafanla da severim :D
    Secret Fan :)

    ReplyDelete
  2. varşovada buz pateni yaparken kayabilsin diye yardım ettiğim pelin düştü.beni de kendiyle birlikte aşağı çekti. pelin sapasağlam. ben bileğimi incittim.
    ayrıca kimsin ya. diğer anonymouslarla aynı kişi misin sen. ben insanlarla hayatımı paylaşıyorum. onlar ismini bile paylaşmıyor. ne garip di mi?
    iyi bakalım, keyifli okumalar sayın okuyucum.

    ReplyDelete
  3. Sen durdun ve bir hikaye anlattın, ben dinledim. Ama hiçbir zaman benim de anlatacak hikayem var demedim ki..

    ReplyDelete
  4. Ay ne demişim öyle, saçmalamışım resmen :)

    ReplyDelete
  5. İyi şimdi en azından sevgili anonim okuyucumun Issız Adam filmini izlemiş olduğunu biliyoruz. Git gide kimlik tespitimiz ilerliyor. 1 aya ana sayfadan deşifre ediciğim nihahaha =)

    ReplyDelete
  6. Ne ıssız adam mı, o ne demiş? Bu cümle tamamen bana aitti rica ederim :) Ayrıca anonim okuyucularınızdan bi rahatsızlığınız varsa, söylemeniz yeterli, bi daha valla okumam :)

    ReplyDelete
  7. yok yok biz ailecek zevkle takip edioruz anonim okuyucuyu... =)

    ReplyDelete

Bence