Thursday, April 30, 2009

Språng


30 Nisan itibariyle Stadsparken'de (The City Park) ateş yakmamızla, havai fişek patlatmamızla ve bandonun bize eski İsveç şarkıları çalmasıyla İsveç'e bahar resmi olarak gelmiştir.

Kamuoyuna neşeyle duyurulur.

Kısa Film Dünyasına Düşen Çocuk

Sahnelerden kısa film dünyasına, set asistanı ve "düşen çocuk" olarak geçiş yaptım.

MOVEMENT (2009)

Wednesday, April 29, 2009

Arda Sengel'le Kim 500 Milyar İster?

(Cevaplar: abcdabcdabcd...)



1. Arda Sengel aşağıdakilerden hangisiyle Interrail'e çıkmıştır?

a. Efecan Kağanoğuzbeyoğlu
b. Kağanbey Efeoğuzcanoğlu
c. Ebru Cündübeyoğlu
d. Efiken Keygınoguzbiyoglu


2. Berlin, Arda Sengel ilk defa ne yaptığı için anılarında yer edecektir?

a. Interrail'de osurduğu ilk Orta Avrupa kenti olduğu için
b. Bu şık ÖSYM tarafından şık bulunmadığından kaldırılmıştır
c. İlk Alamancı döner-ekmeğini yediği için
d. Terli terli üstüne soğuk su için


3. Curry Wurst nedir?

a. Alman Hollywood starı
b. İçinde köri geçen Alman küfürü
c. Üstünde köri olan Alman sosisi
d. Elinin köri


4. Berlin'de Arda Sengel'in misafir olduğu evin sahibinin Che şapkalı kot montlu arkadaşı hangi şarkıyı söylemiştir?

a. Banu Alkan - Bir Gün Beni Arzularsan Gel
b. Serdar Ortaç - Karabiberim
c. İsmail YK - Bas Gaza Aşkım Bas Gaza
d. Cartel - Cartel


5. Prag'taki yamuk binanın adı nedir?

a. Dancing House
b. Fuckin' Chaos
c. Micky Mouse
d. Metamorfoz


6. Burak, bana Prag'ta ...... ..... .

a. Çapak fakat salak.
b. Tabakta kabak bırak.
c. Sapakta sapıkça bak.
d. Merakla durakta bok at.


7. Gezi boyunca en çok aşağıdakilerden hangisine küfür edilmiştir?

a. Prag'ta masum Fransız ailesine
b. Yayvan Amerikan İngilizcesi'ne
c. Efe'nin canhırış öksürüğüne
d. Kıtasına dönmesi gereken uzakdoğulu turistlere


8. Arda Sengel, Budapeşte'ye gideni ....

a. Alnından öper.
b. Ajdar'dan beter.
c. Hakan'dan Peker.
d. Balkondan iter.


9. Arda Sengel'in Vienna'da yaşayan, 3 senede bir görebildiği ve çok sevdiği arkadaşı geziden birkaç hafta önce ne yapmıştır?

a. İtalya'da bilgisayardan ses yapıp üstüne ney üflemiştir.
b. Sakala bak a.q. diyen Alamancı'ya beğenemedin mi a.q. demiştir.
c. Türk esnaflı Vienna pazarından sarımsaklı yeşil zeytin alıp yemiştir.
d. Çemberlitaş'tan mavi kart alıp gelmiştir.


10. Arda Sengel'in Budapeşte'de kaldığı hosteldeki Portekiz asıllı 30 küsür yaşındaki Berlin'de yaşayan adamın Stockholm'de başına ne gelmiştir?

a. 22'den sonra geldiği için bara giriş parası vermiştir.
b. Önünde bir sarışın arkasında bir sarışın dans etmiştir.
c. Eninde petrol sonunda petrol Ajda Pekkan dinlemiştir.
d. Güllerin içinden caaanım koşarak koşarak koşarak gelmiştir.


11. Arda Sengel, İtalya'da aşağıdakilerden hangisini çöpe dökmüştür?

a. Spaghetti
b. Lasagne
c. Gnocchi
d. Pizza


12. Arda Sengel'le Efecan Kobo'nun Venedik'te re-prodüksiyon yapmaya çalıştıkları fakat yanlış şarkıyı seçtiklerini farkedince rezil oldukları 90'lardan kalma Metin Arolat şarkısı hangisidir?

a. "Psikoloji"m hızla değişti!
b. "Bandıra bandıra" ye beni!
c. Turp gibiyim turp, "Çikita Muz"!
d. Yürek paramparça zaten, "Dert Değil"!


13. Arda Sengel, Artur olarak benimsediği ismini İsveç isim günü takvimine göre 13 Nisan'da nerede kutlamıştır?

a. Roma
b. Antik Roma
c. Roma'lı Perihan
d. Roma'yı da yakarım


14. Efecan Kobo, Roma'nın güzelliğine hayran kalıp ne yapmıştır?

a. Gece 3'te tren garının önünde çantasına oturarak uyumuştur.
b. Aşağıdakilerin ve yukarıdakinin hepsi
c. Gözlüğünü düşürmüştür/çaldırmıştır/kaybetmiştir.
d. Dilenciye 5 Forint (Macar parası) verip koşarak uzaklaşmıştır.


15. Efecan Kobo, gezi sırasında aşağıdaki mesajlardan hangisiyle yusuf yusuf olmuştur?

a. Benim senin gibi kızım yok.
b. Benim sana verecek kızım yok.
c. Benim senin gibi torunum yok.
d. Bir kedim bile yok.


16. Arda Sengel'in kurduğu "Türkler zaten salaktı, Almanlar da salak." cümlesi ne açıdan yanlıştır?

a. Metroda yolu kapayan şişko ve kapalı kızı hedef alarak yüksek sesle söylendiği için
b. Aziz Nesin'in gözlemi yanlış olduğu için
c. AB'ye uyum süreci için
d. Söz konusu cümlenin Vienna metrosunda kurulmuş olup Avusturyalıların sadece Almanca konuştuklarından ötürü Alman diye stereotype'a sokulduğu için


17. Bratislava'da McDonald's'daki kasiyer çocuk için aşağıdakilerden hangisi günün en önemli olayı ne olmuştur?

a. Bi köşesi yamuk şeffaf Bonus kart görüp tüm McDonald's çalışanlarına wow efektiyle göstermesi ve oyuncak mı bu diye sorması
b. Mustafa Topaloğlu'nun Obama'nın başkanlığa gelmesinden çok etkilenip yazdığı şarkıyı hayatı boyunca hiç dinleyemeyecek olması
c. O günden yaklaşık 3 hafta sonra Seda Sayan'ın KanalD'den ayrılacak olması
d. Arda Sengel'in Bratislava'dan buzdolabı magneti almamış olması


18. Arkadaşıma sormak istiyorum joker hakkımı ..... kullanmak istiyorum.

a. Call Shop'lardan anneme ve kızarkadaşıma telefon ederek
b. Efecan'a 10 milyonuncu defa hangi duraktan binmiştik nerede inicez diyerek
c. Selpak kaldı mı diyerek
d. Haritada nerdeyiz ki diyerek


19. Seyircilere sormak istiyorum joker hakkımı ..... kullanmak istiyorum.

a. Bana biraz kontor yükleseniz ne güzel olur diyerek
b. Goteburg acaba Bratislava'nın word'de kenarındaki noktadan tutulup çapraz çekilerek büyülmüş hali mi diyerek
c. Venedik'te €1,5'dan ucuz tuvalet yok mu diyerek
d. Şarjı bitmeyen fotoğraf makinesi/telefon/MP3 player keşfedildi mi diyerek


20. Yarı yarıya joker hakkımı ..... kullanmak istiyorum.

a. Venedikte'ki gondol ücretlerini €60/40dk.'dan düşürerek
b. U Fleků'da ikram zannedip içtiğimiz Bechorovka fiyatını indirerek
c. Bir dahaki Interrail'e patenli ayakkabı alıp toplam yürüme mesafesini kısaltarak
d. Budapeşte'de geceyarısı "commonsense'imizi kullanamayarak" verdiğimiz taksi parasını azaltarak


Emin misiniz?

Son kararınız mı?

Monday, April 27, 2009

Tost Ekmeği

İlk dilimle son dilim mükemmel uyumludur;



ama aralarında biraz zaman vardır.

Sunday, April 26, 2009

23

“ÖSS, ‘ölürsem sebebim sensin’ sorunu oldu. Sistem biran önce değiştirilmeli”
“Eğer ki ben başımı açıp medeni olacaksam başımı kapatıp medeni olmamayı tercih ederim.”
“Atatürk’ün kemiklerini sızlatmayalım”
“Ayrımcılık yapılmasın, nasıl düşüncelerle aynı ortamda bulunabiliyorsak giydiğimiz kıyafetlerle de aynı ortamda bulunabilmeliyiz”
“Burada konuşacağımı öğrendiklerinde sorunlarını anlattılar. Başbakanımız ‘Kriz teğet geçti’ diyor ama esnaf ve çiftçiler ‘kriz bizi teğet geçmedi, resmen delip geçti’ diyorlar”


Hepsi tanıdık sözler değil mi? Lakin, alışkın olmadığımız yanları da var. Bunların hepsi 23 Nisan'da Çocuk Meclis'inde söylendi. Çocuklar ailelerinden ne kadar çok etkileniyorlar. Çocukları siyasetten uzak tutalım demiyorum. Ama eğer, büyüklerin beylik beylik cümlelerini playback yapacak kadar sorunların içine çekilmişlerse bu noktada durup düşünmek lazım.

Onlara yaşlarından büyük sorumluluklar ve acılar veriyoruz. Geçen hafta Hakkari'de 14 yaşındaki Kürt çocuğunun kafasına dipçikle vurulup komaya sokulaması da cabası. Ben çocukken bizlerin büyüklerde ayrı bir dünyası vardı. Çocuklardan o dünyayı çalmaya hakkımız yok.

Ben çocukken dedim ya... Ve ben hala çocuğum ya... İşte o yüzden hala ayrı bir dünyam var. Küçük Prens'in karikatür kitabı çıkmış. Radikal kitap'ta üzerine güzel bir yazı yazılmış. Türkiye'ye dönünce alıp okuyacağım. Ne kötü onlar hiç okuyamayacaklar.

Büyüklerin dünyasındaki çocuklar için:

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=932958&Date=26.04.2009&CategoryID=77

Çocukların dünyasındaki büyükler için:

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=931351&Date=26.04.2009&CategoryID=40

Saturday, April 25, 2009

Ben,bugün Santa Clause gördüm.


Bugün Moose Safari adı altında İsveç Geyiği görmeye gittik. İsveçliler Älg diyorlar bu hayvancıklara. Älg, ortalama 2 metre boyunda ve 800 kiloya ulaşabilen hayvan gibi kocaman bir hayvan. İsveç'te günde 12-15 kadar trafik kazası Älg'lerin 50km/saat hızla yollara fırlamaları sonucu gerçekleşiyormuş.


İsveç'teki en ünlü geyik çiftimizin adı: Karl Gustav ve Silvia... Karl Gustav'ın İsveç kralı Karl XVI Gustaf'tan farkı görüldüğü üzere XVI sayısı ve Gusta'nın sonundaki f-v saçmalatması. Hadi bakalım...

Geyik denince aklımıza gelen ilk şey Ren Geyiği olabilir. Ama Ren geyiklerinin boynuzları yukarı doğru uzun. Bunlarınki iki yana uzamış. Ren geyiği göremesek bile Noel Baba'yı buldum. İşte yanda fotoları var. Adını "Jag heter bişi bişi" diye söyledi ama unuttum. Alıcaksın bu amcayı, evde sallanan sandalyeye oturtucaksın. Üzerine kırmızı-yeşil ekose desenli bir battaniye. Bi de şömine. Kar yağarken sana hikaye anlatacak. Canım amca. Çok sevdim seni.

Friday, April 24, 2009

Barut Fıçısı

Değişiyorum. Bazen sabah ürettiğimin fikrimi, Apple'ın efsane CEO'su Steve Jobs gibi akşama değiştiriyorum. Ve bunu söylemeye de çekinmiyorum. Bilakis kıvanç duyuyorum.

2006-2007 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatroları'nda beni koltuğuma sıkıca yapıştıran "Barut Fıçısı" adlı oyunu izlemiştim. Makedon yazar Dejan Dukovski tarafından yazılmış. Türkçe'ye her sene başarılı yapımlarla beni etkileyen Yıldıray Şahinler tarafından çevrilip yönetildi. Etkiliyici dekorun arkasındaki isim ise Barış Dinçel'di.

Sahnenin ortasında bir barut fıçısı. Tahtadan. Öyle ufak tefek değil ama... Kocaman bir fıçı bu. 11 sahnesinde farklı dekorları dışarı çıkardı bu fıçı. Dejan Dukovski Balkanlar'da anlatmış hikayelerini. Sözde Balkanlar ya, aslında tüm dünya fıçıda. Şiddet doluydu oyun. Nedensiz bir şiddet... Zaten bu sorgulanıyordu ana konu olarak. Sinirliyiz hepimiz, kızgınız. Nefret ediyoruz, öfke doluyuz. Sahnede değil barut fıçısı, tam şurada kalbimizde.

Oyunun bir bölümünde bu nedensiz öfkemizi açık açık sorgulayan bir replik salonda yankılanıyordu: "Evladım, nasıl bu hale geldiniz siz?"

Sahi, nasıl böyle olduk biz?

Sonradan, talihsizce ettiğimi anladığım cümleler var: "Almanya'daki tüm Türklerden nefret ediyorum." gibi... Interrail'de Berlin'e ve Vienna'ya uğramam gurbetçi tayfaya beslediğim önyargıları derin bir şekilde sarsmayı başardı. Nefretimi sorguladım. Sanırım Türkiye'de bana ait saydığım kültürden farklı bir şeyi temsil ettikleri için kızmıştım onlara. "Biz" ve "onlar" kavramlarını yaratarak... Türkiye'nin sadece "benlerden" oluşmasını istemiştim. Oysa Türkiye'nin renkleri vardı. O renklerden biri olduğumu anlamam gerekliydi. Onlar hem Türkiye'den hem Almanya'dan-Avusturya'dan kabul görmeyen insanlar. İki tarafın arasında kalmışlar. Ne oraya gidebiliyorlar ne de buraya... Bu yüzden daha çok tutunmuşlar birbirlerine. Umut ışığı aramışlar tanıdık suratlarda, sözlerde. İstanbul yerine Berlin'de doğsaydım onlardan biri olmayacak mıydım sanki?

Berlin'de döner-ekmek yediğimiz o büfe... Önce Almanca selamladı amca bizi. Sonra biz merhaba diyince bir anda gözleri ışıldadı. Ben de bir saniyeliğine sanki "eve" döndüm. İşte o an dank etti kafama. Merhaba...

Barut Fıçısı'yla başladı işte tüm bu hikaye. İlk kez derinden anlamıştım hoşgörü ve anlayışın gerekliliğini. Az buz da yol katetmedim. Ama ara sıra ters yöne de adımlar attım sanırım. Bu sabah taa 1961'de çekilmiş bir film yine ters yöne döndüğümü beni tokatlayarak anlattı. West Side Story adı. Batı Yakası'nın Hikayesi... Amerikanlar ve göçmen İspanyollar... Barut fıçısı Amerika'da bu kez.

Hani salonda replik yankılanmıştı ya, bu sefer filmin sonundan bir tirat yankılandı benim kulaklarımda:

- How have you found this gun Chino? Just pulling this little trigger! How many bullets are left Chino? Not for you? And you? All of you! You, all, killed him! And my brother... And Riff... Not the bullets and guns! With hate!

Kurşunla ve silahla değil, nefretle...

"Alamancılar", artık sizden nefret etmiyorum. Sizi anlıyorum. Ve sorgulamaya devam ediyorum.

Sahi, nasıl böyle olduk biz?

Wednesday, April 22, 2009

Schlagerfestivalen

Interrail'e gitmeden önce yazdığım, fakat html sorunları yüzünden yayınlayamadığım upuzun yazımı iftiharla sunarım:

Yıl 2007, aylardan mart... Zaten topu topu 9milyon olan İsveç nüfusunun 4milyonu o akşam tüm işlerini bırakıp aynı şeyi yapıyordu. Herkes televizyonun başında. Her yerde aynı kanal açık... İsveç nüfusunun %45'ini, o sırada televizyon izleyenlerin de muhtemelen %90'ını neydi ekran başına kitleyen bu şey? Üstelik 2000'lerin başından beri aynı olay her sene tekrarlanıyordu. Fenomen kelimesi ne kadar da güzel oturuyor olayın üstüne. İşte İsveçliler bu fenomeni şöyle adlandırıyorlar: Melodifestivalen



Adı ne kadar açık değil mi? Melodi ve festival... -en eki de İngilizce'deki the kelimesinin yerini tutuyor. Melodifestivalen, her sene düzenlenen bir müzik yarışması. 1951'de başlayan Festival di Sanremo'dan esinlenen bu yarışma 1959 senesinde ilk kez Sveriges Radio tarafından düzenlendi. 60 yıllık bir serüven... İşte bu festivalin kazananları 60 yıldır İsveç'i Eurovision Song Contest'te temsil ediyor.



Melodifestivalen, bugüne kadar sadece 3 kez aksaklığa uğramış. 1964'te bir sanatçının protestosundan dolayı, 1970'de ise İskandinav ülkelerinin topluca Eurovision'un oylama sistemini protesto etmesinden dolayı İsveç Eurovision'a katılmamış.

3'üncü aksamanın ise çok ayrı bir hikayesi var. 1974 yılında İsveç, çok sonra 2006'da Eurovision'un 50 yıllık tarihinin en iyi şarkısı seçilecek olan Waterloo ile yarışmayı kazanıyor. Dünya müzik piyasası ABBA'nın başarısıyla çalkalanıyor. Listelerde patlama yaratıyor.Eurovision kurallarına göre kazanan ülke bir sonraki sene Eurovision'a evsahipliği yapma ünvanıyla ödüllendirilir. İsveç tarihinde aldığı ilk birincilik sonucu 1975'te Stockholm'de ağırlıyor konuklarını. 1975'teki yarışmada Avrupa'daki çoğu insan ilk kez Türkçe bir şarkı duyuyor. Semiha Yankı kumral saçlarıyla Seninle Bir Dakika diyor... Yıllar sonra Semiha Yankı şu itirafları yapacaktır: "Türkiye'de sarışın kadın olmaz, diyerek saçlarımı kumrala boyadılar. O görüntülerimden hakikaten tiksiniyorum. Çok ciddiyim. O elbiseden, o görüntüden..." Oysa TRT aynı şeyi 1980 yılında Ajda Pekkan'a simsiyah peruk taktırarak tekrarlayacaktır.

Türkiye'li 1975 senesinden sonra İsveç'te komünizm rüzgarları Eurovision'un üzerinde esmeye başladı. Ülkedeki sol grupların İsveç'in Eurovision'u tekrar kazanıp evsahipliği yapıp para harcama ihtimalinden korkmasıyla başlayan protestolar İsveç'in Eurovision 1976'ya katılmasına engel oldu.

Sen sus da tüm bu olaylara sebep olan ABBA'yı dinleyelim diyenler için, İsveç 1974:



Schlagerfestivalen diye de anılıyor Melodifestivalen. Schlager'ı Türkçe'ye hafif batı müziği olarak çevirebilirim. Ama Melodifestival tarihine bakınca aslında yarışmanın Schlager olmadığı açıkça belli oluyor.Rap'ten glam rock'a, jazz'dan reggae'ye kadar birçok türden şarkı katılıyor festivale. Bu sene yarışmaya 3440 eser gönderilmiş desem sanırım şarkı çeşitliliği için ufak bir fikir verir. Eurovision İsveç'te önemli. Türkiye gibi İsveç'te de 1990'larda başlayan pop müzik furyasının etkisiyle gözden düşer gibi oldu. Ama 2000'lerle tekrar eski gücüne kavuştu. Bu noktada Eurovision kelimesini duyunca ööö tepkisi veren kurukalabalığa bir lafım olacak. Bu yarışmaya her müzik zevkine göre eser katılıyor. Piyasadaki parçaların yüzde kaçını beğeniyorsunuz? Binde 1 desek? Bu bile fazla belki. Eurovision'da her sene 50'ye yakın şarkı dinliyorsunuz. Bunların birini bile beğenmeniz %2'lik bir oranla normal müzik piyasasının beğeni oranına fark atıyor. O yüzden herkesle aynı şeyi söyleyerek kendinizi cool hissetmeden önce bi düşünün.

İsveç, Eurovision'la bazı ilklere de imza atıyor. Örneğin 2001 yılında bir televizyon dizisinin yıldızlarından oluşan Friends adlı grubun katılımı... Gerçi 2001 yılında İsveç ilklere imza atma konusunda bir taşla iki kuş vurmuş. Entelektüel aidiyet haklarına hat safhada özen ve önem gösteren İsveç, "Listen to Your Heartbeat" şarkısıyla bir skandala imza atarak 5.oldu. İşte Eurovision tarihinin ilk resmi çalıntı şarkısı. Hem de yine Eurovision'dan:



Melodifestivalen çok gelişmiş bir oylama sistemine sahip. 4 yarıfinalde 8'er şarkı yarışıyor. 7 şarkı halktan gelenlerden, kalan 1 şarkı ise Sveriges Television'un teklif götürdüğü ünlü sanatçılardan oluşuyor. Ünlü sanatçıların eserleri wildcard olarak anılıyor. Yarı finallerden ikişer şarkı otomatikman finale çıkıyor. International Jury ise kendilerine göre birer birinci belirliyor. Sonra Andre Chansen adında İkinci Şans yarışması düzenleniyor. Bu yarışmaya yarıfinallerdeki 3. ve 4.'ler atılıyor. Andre Chansen'den gelen 2 şarkı ile finale giden şarkı sayısı 10'a yükseliyor. Finalin son şarkısı ise International Juri'nin daha önceki birincileri arasından hak kazanıyor. Bu yıl International Jury, benim favorim olan Rum kızı Sofia'nın Alla parçasını finale taşıdı.

Finalde, International Jury şarkılara klasik Eurovision oylamasına göre puanlar veriyor: 1-2-3-4-5-6-8-10-12. Arkasından İsveç'in bölgelerine bağlanılıyor. Ve bölgelerdeki yerel jürilerin 12'lik sisteme göre oyları alınıyor. Son olarak televoting'ten gelen oylar ekleniyor. Televoting'ten gelen oyların tek farkı normal oyların 12 katı olması. Yani en düşük 12 puan, en yüksek 144 puan. Böylece her şey altüst oluyor... Bu sene Malena Ernman ipi göğüsledi.Şarkı disco-opera diyebileceğimiz orjinal bir eser. Ben beğendim. Şarkı sırasında Melane'nın gözlerini pörtlete pörtlete bakması dışında sorun yok. Şarkının ismi La Voix (Ses). İngilizce ve Fransızca söyleniyor. İşte İsveç'i Moskova 2009'da temsil edecek eser:

Ne için değil. Nasıl!



Hangi sporu yapıyoruz? Önemini yitirir.

Hangi başarıyı kazanıyoruz? Önemini yitirir.

Öyle anlar gelir ki ne için oynadığınız çok önemsizleşir. Çirkinleşir. İşte o zaman, kazandığınız başarı aslında hiçbir şey ifade etmiyordur.

Çok güzel bir maç yapıp eve mutlu dönebilirsiniz. Ama maçın son 30 saniyesinde kaleden çıkıp karşı takımın ceza sahasına gitmek hiç de alçak gönüllü bir hareket değildir. Üstelik rakip ceza sahasında, rakip takımın son gol şansının kalecinin kaleciye faul yaparak engellemesi sarı karttan öte bir şey. "Ne için" oynamıyorsun. "Nasıl" oynuyorsun? Hiç düşündün mü Senecky?

22 Nisan 2009 Fortis Kupası Beşiktaş - Ankaraspor Maçı

Monday, April 20, 2009

Güneş açınca herkes güler, Herkes gülünce hayat ne güzel =)

Nils Holgersson binsin kazına. Uçsun, uçsun, uçsun... Uçan kaz, baharın renklerini saçsın İsveç semalarına. Ordan da krallığa... İsveç'ten birileri masallar anlatsın. Çocuklar da resimlerine baksın uzaklardan.

Geçen sene Kabataslak Performans Kumpanyası'yla sahneye koyamadığımız SUPERSTAR adlı performans gösterisi 90'lar pop belgeseliydi. O zamanlar arşivleri tararken raslamadığım bir şarkı varmış. Bugün rasladım. Rengin diye bir kız söylüyor. Üstelik çok da şeker çok da eğlenceli bir klibi var. Şimdi Rengin blogumun duvarlarını boyayacak:

Sunday, April 19, 2009

Arasana beni, konuşalım...


Geri geldim. Krallık tekrar kenar köşe yazılarıyla karşınızda. Interrail gözlemleri yeri geldikçe gelecek.

Eve dönmenin en güzel yanı internet ve telefon. TRT'nın sıfat tamlamaları gibi "uzaktaki yakınlarım" ile tekrar yakınım. İletişebiliyorum. İletişim güzel. Mutluluk veriyor insana.

Biraz buruk bir yanı da var eve dönmenin. Şimdi okuycağınız paragrafı okurken üzgün ya da melankolik olduğumu düşünmeyin. Gayet soğukkanlı bir gözlem yapıyorum. Buruk demiştim... Ev mi gerçekten burası? Kimin umrundaydı ki 2 buçuk hafta Jönköping'ten uzak olmam. Kaç tane Erasmus arkadaşım yokluğumu hissetti? Bakalım sıcak bir hoşgeldin duyabilecek miyim? Yüzeysel arkadaşlıklar, yüzeysel sohbetler, yüzeysel bağlar... Ya sistemde sorun var ya da benim çok özlediğim o iletişim hususunda bir sorun var. İkincisini kabul edip bu kentte kalan son haftalarımı değiştirmeye çalışacağım. Umarım bu kentten sadece parti fotoları olan çocuk olarak dönmem.

Özlendiğini bilmek çok güzel bir şey. Sevildiğini bilmek... Bunu dile getirmek daha da güzel.

Buradaki evimden daha bir ev olan yerde beni özleyen tüm insanlara gülücükler. Sizi seviyorum. Sizi özlüyorum.