Monday, March 30, 2009
Eşelenmek
Güncelleme: 5 koldan 6 kola yükseldik. Piteå'da bir restoranda Thai yemeği yerine camlı Thai yemeği yemiş bir adet üzüldüğüm Kuzey İsveçli.
Sunday, March 29, 2009
We are misunderstood...
Bazılarının şaşkınlıktan abondane olacağını bile bile, çekinmeden eleştiri yapabilen insanları ayakta alkışlıyorum. İşte yeni bir Türk electro-rock grubu, klip de ünlü tiyatrocu Berkun Oya imzalı:
Not: Redd'in yeni single'ı Don Kişot'un klibi de bu akşam taze taze çıktı: http://vids.myspace.com/index.cfm?fuseaction=vids.individual&videoid=54793855
Saturday, March 28, 2009
I Hate Democracy !
Friday, March 27, 2009
One More Cup Of Coffee
7 Haziran 1988'de,diğer bir değişle ben annemin karnında kulak uzvumu geliştirmek için bol bol hücre bölünmesi yaparken Bob Amca bir turneye çıktı. O turnesini başka bir turneyle birleştirdi. Derken bir gazeteciyle arasında geçen dialogtan bir isim doğdu: Never Ending Tour
2002'nin Ağustos'undan beri her konser başlangıcında yapılan anonsu da canlı dinlemiş olduk:
Zimmy neredeyse bildiğim parçalarının hiçbirini çalmayarak beni hayal kırıklığına uğrattı. Zaten şarkı söylerken de konuşurken de İngilizce'sinden tek kelime anlayamıyoruz. "Just Like A Woman" vardı repertuarda, kapanış da "Blowin' In The Wind" ile yapıldı. Sesi gitmiş Bob Amca'nın. O kadar sigara... Ama efsanesiyle sahnede yaşıyor. Hem mızıka çaldı bize bol bol. O bile yeter. Ama keşke vokalist kullansaydı. Tek vokalisti bile yoktu. Şarkı aralarında hiç konuşmadı. Açılışta da konuşmadı. Sadece orkestradakilerin isimlerini saydı. Sahne bomboştu. Dekor yok. Sadece müzisyenler. Çok fazla ışık vardı; ama onlardan da yararlanılmadı. Sanırım ben sadece sanatımı yaparım felsefesi var. Ötesini popüler kültür olarak görüyor. Ben görsellikle müziğin birbirini tamamladığını düşünürüm. Müzisyen olsam böyle yapardım. Fakat kendi içinde çok mantıklı Bob Dylan'ın tarzı. Bu da yeterli sanırım.
Ben bir oyuncu
9 sene olmuş. 15 prodüksyon... Emeği geçen herkese, arkadaşlarıma ve izleyenlere sonsuz teşekkürler. Işıkların yüzüme vurmasını çok özledim. 27 Mart Dünya Tiyatrolar günüm kutlu olsun.
Thursday, March 26, 2009
Bi' Saatinizi Alabilir Miyim?
Wednesday, March 25, 2009
6th Sense
6th sense'in adı teknolojik göz...
Tuesday, March 24, 2009
İnsan Değilsiniz Demem İçin 338.000 Ayrı Nedenim Var.
Daha fazlası için: http://www.furisdead.com/
Hello, my name is Arda. You can call me Artur!
18 yüzyılda isim günü listesi İsveç’te de yenileniyor. Hüsamettin, Pakize tarzı isimler yerini Hüsocan, Pakizesu gibi daha popüler isimlere bırakıyor. En önemli değişiklik ise Royal Family’nin isimlerinin listeye adapte edilmesi oluyor. Bu süreçte isim günü geleneğinin Hıristiyanlıktan uzaklaşıp normal bir kutlama halini aldığını eklemek gerek. İşi ciddiye alan İsveçliler 1901 yılında Royal Swedish Academy of Sciences adlı kurumun araştırmalarıyla resmi bir liste hazırladılar. Bu liste 1972 yılında tedavülden kalktı. Böylece birbirinden farklı isim günü listeleri hortladı. 1986’da kontrolü ele almak için yeni liste seçimi yapıldı. 1993’te her güne iki isim belirleyen liste kabul edildi. 2001’de ise liste en modern halini aldı.
Sunday, March 22, 2009
Dobra Dobra Polonya (bölüm 3: Kraków)
Varşova’da tren garındaki teyzenin bize nieeeey niieeey two zloty diye bağırmasıyla psikolojimizde oluşan derin yaraları kapamak üzere 6 saatlik bir tren yolculuğundan sonra Krakow’a vardık. Sabahın 6’sında yüzümüze yüzümüze çarpan ve İsveç’ten daha soğuk olan havaya rağmen 2007’de dünyanın en iyi genç hosteli seçilmiş olan Hostel Flamingo’yu aramaya başladık.Ama soğuktu. Soğuğu şöyle tarif edeyim: Şimdi bir park düşünün çember şeklinde. Bu parkın sağ çaprazına geçmeniz gerekiyor. Yani 90 derecelik bir yol yürüyeceksiniz. Efe’nin beyni soğuktan alternatifi seçti. Aynı noktaya 270 derece ile ulaştık. Tabii o sırada benim beynim haritayı algılayamayacak kadar donmuştu.
Dönüşü, "hüüç" diye okunan Łódź diye yazılan şehirden yapacaktık. Yine bir tren yolculuğu ve yine tren biletlerini satan altın kızlar… Efe’yle ben biletleri aldık. Kadından Pelin için bir tane daha istiyoruz. Anlamamakta ısrar etti. Sonra sanırım vahiy yoluyla 3 kişi olduğumuzu ve sadece 2 bilet olduğunu anladı. (God bless you, the jesus in the toilet.) Tren yolculuğu çok çok çok eğlenceli geçti. Normal kompartmandan yer bulamadığımız için bar kompartmanında seyahat ettik. Pelin her zamanki gibi yolculuğu uyuyarak geçirdi. Bu sefer tek farkı bar taburelerinin üstünde uyumasıydı. (bkz. Ölseydim de kızımın bar taburelerinde uyuduğunu görmeseydim.) Bardaki yarmagül teyzeden devamlı çay kahve aldık bizi kovmasınlar diye… Pelin uyurken türlü türlü manyaklıklar yapıp videoya kaydettik. Sanırım en son kafasından aşağı kapakla su döküyorduk. Bir de “otobüstekilerden kim gebersin” adlı oyunu oynadık. Apartman teyzesi, kürt, abaza, death metalci gençlik, mal leh, isveçli kız ve muavinden oluşan pembe dizi tadında komedya…
Derken Łódź’taki yarım saatlik ultra hızlı şehir turuna başladık. Pop-up heykeller var sokaklarda. Görmek için dikkatli olmalısınız. Yoksa çok güzel şeyler kaçırabilirsiniz. Son kez pierogilerin her çeşidinden ısmarlayıp yedikten sonra havalimanına doğru yola çıktı. Yolluk olarak Leh Fika’sı yapmaya karar verdik ve Pelin’le girdiğimiz pastaneden ne bulursak aldık.
Aaa bu arada. Gezimizin son puzzle parçası yerine oturdu. Pelin kritik soruyu bir ay sonra hatırladı: “2km. uzunluğunda kıvrılarak ilerleyen ve sadece lahanayla beslenen şey nedir?”
Friday, March 20, 2009
Tuesday, March 17, 2009
...bizim evlatlarımız
Türk gününde çektiğim fotlardan biri. Anzak arkadaşlarım. Bunu ayrıca koymak istedim.
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçikle yanyana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen Analar! Göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır." Mustafa Kemal Atatürk
Dion Ashton (New Zealand):
thats fucken awesome bro!!!!much love to the turkish crew and the tukish quote above. P.S to everybody back home the quote above I have translated and sent around if you woul like me to translate let me know...its very touching stuff
Sean Brennan (Australia):
Very touching from the Turkish.
"Those heroes that shed their blood and lost their lives..you are now lying in the soil of a friendly country.Therefore rest in peace.There is no difference between the Johnnies and the Mehmets to us where they lie side by side here in this country of ours.You the mothers who sent their sons from far away countries wipe away your tears.Your sons are now living in our bosom and are in peace.Having lost their lives on this land they have become our sons as well"
Bugün 18 Mart...
Uzak diyarlara, uzak zamanlara...
...uçurtma
Saturday, March 14, 2009
Turkisk Kulturell Dagen
Bugün de bir afişle başlayalım: Turkisk Kulturell Dagen olayın İsveççesi. Bu hafta İsveç’te Türk Kültür Günü yaptık. Aslında her hafta bir ülke yapıyor. Geçen ay international association’a gidip ben de yapmak istiyorum dediğimde çok sevinmişlerdi. Sanırım haklı çıktılar.
Harflerin içine resim yerleştirme fikri Efe’nin abisinden. Uygulama da Efe’den. Bir sürü kültürel öğe. Hepsi de ince ve güzel bir seçim olmuş. Ama şu “R” harfi yok mu, işte ona bittim. R’de Ortaköy Camii var. Aynı fotoğrafın devamı “-“ işareti üzerine oturtulmuş ve Boğaz Köprüsü’ne denk geliyor. “-“ işareti ha kelimeleri bağlamış ha kıtları. Zaten Boğaz Köprüsü de kıtaları ve kültürleri bağlamıyor mu? Hem ne demişti Meltem Cumbul, Eurovision 2004 İstanbul’un açılışında: “The only city in the world that embraces two continents: Europe anda Asia.”
Efe’ye afişi international association’a bırakmayalım kendimiz yapalım dediğimde bir an duraksayıp uğraşmasak mı demiştik. Sonra tekrar gidip fikrimizi değiştirdik kendimiz yapıcaz dedik. İyi ki öyle demişiz. Türkiye’deki kültürel geçişi hangi renk turkuazdan daha iyi anlatabilir ki. Turkuaz aradadır. Ne mavidir ne yeşil… İkisine de tolerans göstermeyi öğrenmiş bir renktir. International Association’a bıraksaydık işi sanırım turkuaz yerine dansöz fotosu görecektik. (En azından international associationdaki çocuğun arkadaşım belly dance yapabiliyor isterseniz gelip dansetsin teklifine böğürerek nooo demem bir fikir verebilir. Dansöz pek Türk değil ama varlığı yadsınamaz. Ama şu da var ki dansöze gelene kadar anlatmamız gereken o kadar çok değerimiz var ki…)
Afişin sloganı benden. Efe afişi anlatıp bir slogan bulmamı istedi. Explore the Harmony! Sanırım kültürel farklılıkların uyumunu anlatmak için güzel bir seçim oldu bu sözcükler.
Bir de Efe'nin benim için hazırladığı korsan kültür günü afişi vardı:
Video
Under the same sky, we share melody.
Under the same sky we share hope.
Under the same sky, we share brotherhood.
Under the same, we share harmony.
Efe’yle birlikte DVD’nin içinden bu tanıtımları kesip arka arkaya koyduk. Kültür gününde de misafirlerimiz TV’de bu tanıtımları izlediler. İşte bir örnek:
Yemek
Kültür Günü
Kültür günü tam anlamıyla efsanevi oldu. Ben turkuaz rengi t-shirt ve sweeter’imle, Pelin de ada vapuru illustrasyonlu t-shirt’üyle yerimizi aldık. Diğer Türkler de forma giyip gelmişler. Şu ana kadar katıldığım hiçbir kültür gününde bu kadar uzun bir sıra görmemiştim. Servisi Müge’yle birlikte yaptık. Yine de yetiştiremedik. Misafirlere kendi tabağınızı hazırlayabilirsiniz dedik. Herkes bu ne bu ne diye soruyordu. Tam olarak İngilizce açıklaması yok ki bu güzelim şeylerin. Sanırım teyzemin sözlerine başvurucam: “Tat da bil.”
International association bize yaklaşık 40-50 kişi geliyor, siz de yaklaşık 50 kişi gibi düşünün demişti yemekler için. Harcadığımız tabakları saydık: 2 paket 50’lik tabak Müge’den , 2 paket tabak da international association’dan. Onlar da 35’lik falan olsa. Ohaaa, en az 170-180 kişi gelmiş.Tabi bunlar yemeklerin tadına bakabilenler. Şimdi niye, 12.00-14.00 arası olan kültür gününde yemeklerin 12.25’te tükendiği anlaşılıyor.
Ziyaretçi Defteri
Thursday, March 12, 2009
... a wind that blows in from the north
http://fizy.org/wLEWqR4HfuI
Saturday, March 7, 2009
"Let the pictures do talking."
1994 Pulitzer ödülünü alan fotoğrafın arkasındaki isim “Kevin Carter”. 20 dakika bekliyor fotoğrafı çekmek için. Akbabanın kanatlanmasını umuyor. Akbabanın tüyü kıpırdamıyor. Sonra fotoğrafı çekiyor, akbabayı kovalıyor.
23 Mart 1993’te ilk kez The New York Times’ta yayınlanıyor fotoğraf. Telefonlar yağmaya başlıyor editöre. Herkesin aklında tek bir soru: “Küçük kız iyi mi?” Bilmiyor editör. Yanıt veremiyor. Kevin’a soruyor. Kevin da bilmiyor. Fotoğrafı çektiği bölgede salgın hastalık varmış. Bütün fotoğrafçıları uyarmışlar, sakın yaklaşmayın diye.
Fotoğraf beraberinde fotojurnalizm hakkında etik tartışmalarını getiriyor. St.Petersburg (Florida) Times’ın sayfalarına mürekkep şu izleri bırakıyor:
Kevin’ın ölümü çok ses getiriyor. 1996’da Manic Street Preachers, Kevin Carter adında bir şarkı besteliyor:
Tribal scars in Technicolor
Bang bang club AK 47 hour
Kevin Carter
Hi Time magazine hi Pulitzer Prize
Vulture stalked white piped lie forever
Wasted your life in black and white
Kevin Carter
The elephant is so ugly he sleeps his head
Machetes his bed Kevin Carter kaffir lover forever
Click click click click click
Click himself under
Kevin Carter”
2008 yılında ise Alfredo Jaar, The Sound of Silence isimli bir video yayınlıyor. Serginin adı Politics of Image.
Bu kadar söyleceklerim. Ne demeli şimdi başlığa. Bir kızın öyküsü vardı. Bir fotoğrafın öyküsüne dönüştü. Sonra fotoğrafçının öyküsü geldi. Ölümünün ardından yepyeni hikayeler eklendi. Çok öykü vardı bu öyküde. Bazıları Kevin Carter dedi adına. Bazıları Kevin’ın yaşamı, bazıları Kevin’ın ölümü… Bazıları The Distance Between Us diyerek anlatmaya çalıştı olanları. Bazıları dile getiremedi olanların adını. The Sound of Silence oldu konuşan.
Hani Kevin’ın notunun sonunda bir isim vardı. Ken… En iyi arkadaşı… Ken bir şey demişti önceden: “Let the pictures do talking.” Belki de fotoğrafın kendisiydi bize hepsini anlatan.
Sunday, March 1, 2009
Ho Vi Gooo, Ho Vi Gooo, Ho Vi Gooo !
İsveç'te doğsaydım buz hokeyi oyuncusu olurdum.
Takımım Husqvarna (HV71), buza çıkış: